Cehnet uzak bir ülke. Vizesiz olanlardan. Bilet tek yön ve
bedava. Giden direkt vatandaşlık alabiliyor. Her yaşta gidilebiliyor. Belki de
giderken arkasından en fazla uğurlamanın yapıldığı tek yolculuk. İşsziliğin, hastalığın,
suç oranının sıfır olduğu tek ülke. Gidenin hastalığı, yaraları hemen iyileşiyor ve asla bir daha hastalanmıyor ve
yaşlanmıyor. Din, dil, ırk ayırımı yok. Herkes aynı dili konuşuyor, herkes aynı
dinden, havasından mı suyundan mı bilinmez herkes aynı renk, aynı kök
oluveriyormuş. Tüm bunları nereden mi biliyorum. Annemden.
Annem gideli 15 yıl oldu. Önce mecburi hizmetlerde çalıştı
kısa süreyle. Beraberinde götürdüğü tamamlanmamış, yarım kalmış, hatalı
bulunmuş tüm işlerini tamamlamak için. Annem için bu öyle de çok uzun
sürmediğinden direkt melekliğe terfi etmiş. İlk zamanlar fazla
haberleşmiyorduk. Öyle apar topar gitti diye biraz da kırgındım doğrusu. Hatta
bu bende büyük bir travma yarattı diyebilirim. Giden herkese nereye giderse
gitsin içimde fark etmediğim bir kızgınlık oluşmaya başladı o günden sonra. Ama uzun süredir kabullendim durumu, bakıyorum
buralar artık yaşanası yerler olmaktan çıktı, belki de zamanında gidip oraya
yerleşmekle en iyisini etti. Bu günlerde de baş meleklikten emekli olmuş. Kutluyorlarmış.
Hertarafın zambak ve sümbüllerle çevrili olduğu, bulutlardan aşağıya sallanan
sarmaşıkların aralarında hanımellerinin dolandığı, kocaman mavi bir gölün
kenarında, beyaz ipek giysilerle hamakta
sallanır görünen bir resmini gönderdi bana. Oradaki kokuyu artık siz düşünün
sümbül, zambak, hanımeli bir de üstüne anne kokusu. Gölün içinde ince boyunlu bembeyaz kuğular
dans ediyorlar. Meğer Çaykovski bizzat kendisi yönetiyormuş o meşhur bestesini
icra eden orkestrayı. Teknoloji oraya sirayet edemediğinden ne akıllı
telefonları var, ne de instagramları var elbette. Resimler oraya göç etmiş ünlü
ressamların ellerinden çıkıyormuş.
Bir başka resimde gölü çevreleyen diğer hamaklarda da
tanıdık yüzler görüyorum. Abim Ahmet , kuzenim Demet, arkadaşlarım, Aslı, Sema,
Suna, Hamide... Onlar erken yaş muafiyeti sebebiyle orada hiç bir mecburi
hizmet sürecine tabi tutulmadan direkt meleklik mertebesine erişiyorlarmış. O
yüzden de gittiklerinden beri Cehnetin tüm güzellikerini yaşıyorlarmış.
Teyzem, dayım, iki halam, sevgili amcam resimde gayet
keyifli görünüyorlar. Sanırım onlar da fazla iş biriktirmediklerinden kısa
sürede emekli olabildiler.
Babamı arıyor gözlerim. O da hemen hamakların arkasındaki
toplu salıncaklarda. Biraz yorgun gibi. Anneme soruyorum. Hala çalışıyormuş,
ama az kalmış onun da emekliliğine. Orada da erkekler biraz daha geç emekli
oluyorlarmış. Kadınlara göre daha fazla tamamlanmamış ve hatalı iş biriktirdiklerinden,
gittiklerinde hataları düzetlmeleri, eksikleri kapatmaları daha uzun
sürüyormuş. Babam yuva bakıcılığı yapıyormuş küçük çocuklara. Oldukça da
seviliyormuş. Eh ama çocuk bakmak zordur tabi, yorar insanı. Yine de dinlenmek
için oldukça fazla zamanı oluyormuş. İş çıkışı sadece erkeklerin gidebildiği meyhanelerde uzun uzun fasıllar yapıp, kadeh
kadeh ab-ı hayat içiyorlarmış ölümsüzlüğün hak edildiği o tek üldede. En iyi
arkadşlarından biri de adaşı şair Ömer’miş. Ellerinde kadehler, sabaha kadar
muhabbet ederlermiş.
İçim rahat. Cehnet güzel bir ülke. Giden dönmüyor zaten.
Zannedersem, güzel diğer bütün yeryüzü ülkelerinden.
Cehnet, so close, so distant, once forever.
YanıtlaSilSo true :)
Sil