10 Ocak 2016 Pazar

CEHNET

Cehnet uzak bir ülke. Vizesiz olanlardan. Bilet tek yön ve bedava. Giden direkt vatandaşlık alabiliyor. Her yaşta gidilebiliyor. Belki de giderken arkasından en fazla uğurlamanın yapıldığı tek yolculuk. İşsziliğin, hastalığın, suç oranının sıfır olduğu tek ülke. Gidenin hastalığı, yaraları hemen  iyileşiyor ve asla bir daha hastalanmıyor ve yaşlanmıyor. Din, dil, ırk ayırımı yok. Herkes aynı dili konuşuyor, herkes aynı dinden, havasından mı suyundan mı bilinmez herkes aynı renk, aynı kök oluveriyormuş. Tüm bunları nereden mi biliyorum.  Annemden.

Annem gideli 15 yıl oldu. Önce mecburi hizmetlerde çalıştı kısa süreyle. Beraberinde götürdüğü tamamlanmamış, yarım kalmış, hatalı bulunmuş tüm işlerini tamamlamak için. Annem için bu öyle de çok uzun sürmediğinden direkt melekliğe terfi etmiş. İlk zamanlar fazla haberleşmiyorduk. Öyle apar topar gitti diye biraz da kırgındım doğrusu. Hatta bu bende büyük bir travma yarattı diyebilirim. Giden herkese nereye giderse gitsin içimde fark etmediğim bir kızgınlık oluşmaya başladı o günden sonra.  Ama uzun süredir kabullendim durumu, bakıyorum buralar artık yaşanası yerler olmaktan çıktı, belki de zamanında gidip oraya yerleşmekle en iyisini etti. Bu günlerde de baş meleklikten emekli olmuş. Kutluyorlarmış. Hertarafın zambak ve sümbüllerle çevrili olduğu, bulutlardan aşağıya sallanan sarmaşıkların aralarında hanımellerinin dolandığı, kocaman mavi bir gölün kenarında,  beyaz ipek giysilerle hamakta sallanır görünen bir resmini gönderdi bana. Oradaki kokuyu artık siz düşünün sümbül, zambak, hanımeli bir de üstüne anne kokusu.  Gölün içinde ince boyunlu bembeyaz kuğular dans ediyorlar. Meğer Çaykovski bizzat kendisi yönetiyormuş o meşhur bestesini icra eden orkestrayı. Teknoloji oraya sirayet edemediğinden ne akıllı telefonları var, ne de instagramları var elbette. Resimler oraya göç etmiş ünlü ressamların ellerinden çıkıyormuş.

Bir başka resimde gölü çevreleyen diğer hamaklarda da tanıdık yüzler görüyorum. Abim Ahmet , kuzenim Demet, arkadaşlarım, Aslı, Sema, Suna, Hamide... Onlar erken yaş muafiyeti sebebiyle orada hiç bir mecburi hizmet sürecine tabi tutulmadan direkt meleklik mertebesine erişiyorlarmış. O yüzden de gittiklerinden beri Cehnetin tüm güzellikerini yaşıyorlarmış.

Teyzem, dayım, iki halam, sevgili amcam resimde gayet keyifli görünüyorlar. Sanırım onlar da fazla iş biriktirmediklerinden kısa sürede emekli olabildiler.

Babamı arıyor gözlerim. O da hemen hamakların arkasındaki toplu salıncaklarda. Biraz yorgun gibi. Anneme soruyorum. Hala çalışıyormuş, ama az kalmış onun da emekliliğine. Orada da erkekler biraz daha geç emekli oluyorlarmış. Kadınlara göre daha fazla tamamlanmamış ve hatalı iş biriktirdiklerinden, gittiklerinde hataları düzetlmeleri, eksikleri kapatmaları daha uzun sürüyormuş. Babam yuva bakıcılığı yapıyormuş küçük çocuklara. Oldukça da seviliyormuş. Eh ama çocuk bakmak zordur tabi, yorar insanı. Yine de dinlenmek için oldukça fazla zamanı oluyormuş. İş çıkışı sadece erkeklerin gidebildiği  meyhanelerde uzun uzun fasıllar yapıp, kadeh kadeh ab-ı hayat içiyorlarmış ölümsüzlüğün hak edildiği o tek üldede. En iyi arkadşlarından biri de adaşı şair Ömer’miş. Ellerinde kadehler, sabaha kadar muhabbet ederlermiş.

İçim rahat. Cehnet güzel bir ülke. Giden dönmüyor zaten. Zannedersem, güzel diğer bütün yeryüzü ülkelerinden.


2 yorum :